Günümüz dünyasının temel niteliğini yansıtan küreselleşme olgusu, ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda son dönemlerde yaşanan hızlı bütünleşme ve benzeşme sürecini ifade etmektedir. Bu süreçte dünya ölçeğinde hızla esen değişim rüzgarları, her alanda olduğu gibi siyasal yapılarda da köklü bir dönüşümü beraberinde getirmiş, bu dönüşüm gerek uluslararası sistemde ve gerek ulusal ve ulus-altı düzeylerde yeni yönetişim modellerini kaçınılmaz kılarak, ulus-devletin geleneksel yapısında ve yetki ve
işlevlerinde bir farklılaşmaya yol açmıştır.
Küreselleşme ile birlikte demokrasi, insan hakları, özgürlük, çevrenin
korunması gibi temel değerler evrensel nitelik kazanırken, her düzeydeki yönetim
aygıtı gibi ulus-devlet de demokratikleşme, yerelleşme, saydamlık, katılım,
esneklik, hesap verilebilirlik gibi güçlü eğilimlerin yoğun baskısı altında yeniden
şekillenmeye zorlanmaktadır. Bu çerçevede devletin küçülmesi, deregülasyon,
özelleştirme, siyasal reformlar, sosyo-ekonomik politikaların dönüşümü gibi
stratejiler, ülkelerin temel politikaları haline gelmiştir.
Bu süreçte ulus-devletin geleneksel politika araçları giderek zayıflamakta,
dünyada hemen her alanda entegrasyonun derinleşmesi ile siyasal iktidarın
küresel kurumlara ve yerelleşme eğiliminin güçlenmesi ile yerel parçalara doğru
dağıtılması sonucu ulus-devlet iki yönlü bir baskının kıskacına girmektedir. Bu
kıskaç karşısında bariz bir şekilde geri çekilen devletin yeniden yapılanması da
kaçınılmaz olmakta, özellikle küreselleşmenin temel dinamiğini oluşturan
teknolojik devrim, kurulu devlet hiyerarşileri, örgütsel yapıları, yönetim süreçleri
ve hizmet sunma biçimleri üzerinde büyük baskılar oluşturmaktadır. Bu
gelişmeler, kuşkusuz kamu yönetimini de etkilemektedir. Kamu yönetiminde
daralmanın yanı sıra, kamunun yönetim anlayışındaki değişme, yönetimin
demokratikleşmesi ve şeffaflaşma, bu dönemde öne çıkan başlıca eğilimlerdir.
Son yıllarda küreselleşme üzerine yapılan ve oldukça geniş bir yelpazeye
dağılan değerlendirmelerin önemli bir bölümünde, ideolojik ya da başka
endişelerle bir taraf oluş veya karşı duruş tavrı sergilenmektedir. Ancak
küreselleşmeye olumluluk ya da olumsuzluk atfedilmesinin pratik bir yararı
bulunmadığı, dolayısıyla çok farklı etkenlerin iç içe geçerek giriftleştirdiği bu
sürecin çok yönlü analitik yaklaşımlarla çözümlenmesi ve taşıdığı tehdit ve
olumsuzlukların bilincinde olarak, sunduğu fırsatlardan azami ölçüde yararlanılmaya çalışılması gerektiği düşüncesiyle, bu sürecin bir boyutunu teşkil eden siyasal ve yönetsel sistemler ve özellikle de ulus-devlet aygıtındaki yapısal ve işlevsel dönüşümler irdelenmeye çalışılmıştır.